9/30/2025

Filipinler Komünist Partisi - Filipinler’deki 21 Eylül Protestolarının Tarihi Önemi ve Perspektifleri

yazar: Marco Valbuena (Filipinler Komünist Partisi Baş Enformasyon Sorumlusu)

22 Eylül 2025 

Filipinler Komünist Partisi, Marcos rejimi altında hükümetin yolsuzluklarına karşı dün düzenlenen kitlesel protesto gösterileri dolayısıyla Filipin halkını ve onların kitle örgütleri ile ittifaklarını kutlar. Raporlar en az yüz bin kişinin Manila'daki Luneta Parkında bir araya geldiğini ve Kilise önderliğindeki EDSA toplantısının yanı sıra ülke çapında çok sayıda şehir ve ildeki irili ufaklı kitlesel eylemleri de içeren protesto mitinglerinin ana kütlesini oluşturduğunu gösteriyor.

Dünkü kitlesel gösteriler ve günler öncesinden artan sayıdaki protesto eylemleri derin bir tarihi öneme sahiptir:

1. Göstericiler sıkıyönetim ilanının 53. yıldönümünü anmıştır. Bu, Filipin halkının Marcos'ların 14 yıllık diktatörlüğü altında iktidarın kötüye kullanılmasını ve hırsızlığı unutmadığının bir göstergesidir. Mitingler, Marcos Jr.'dan devralınan yolsuzluk ve baskı mirasına direnme kararlılıklarının bir kez daha teyididir.

2. Dün ve önceki haftalarda düzenlenen kitlesel eylemler, Marcos ve yandaşlarının utanmaz yolsuzlukları sayesinde pandemnin ve sosyal medyanın yarattığı kopukluktan ve uyuşukluktan uyanan öğrencilerin ve gençlerin yaygın katılımına tanık oldu. Artık bürokrat kapitalizme ve çürümüş yönetim sistemine karşı filizlenen bir gençlik isyanı var. Onlara dini liderler ve gruplar, sel mağdurları da dahil olmak üzere kentli yoksul topluluklar, küçük meslek sahipleri, işçiler ve kokuşmuş sistemden bıkmış diğer kesimler de katıldı.

3. Protestocular Marcos'u, siyasi himaye ve milyarlarca peso rüşvet karşılığında anormal sel kontrolü ve diğer altyapı projelerini hayata geçirdiği ve finanse ettiği için Yolsuzluk ve Faşizmin Kralı olarak suçladılar. Bu durum, Marcos'un kendisini halkın öfkesinden korumak için “yolsuzlukla mücadele” adı altında dikkatle planladığı tüm halkla ilişkiler kampanyasının, halkın Marcos'tan hesap sorma isteğini bastırmak için Sara Duterte başkanlığı hayaletini ortaya atan Akbayan ve diğer uzlaşmacı politikacıların yardımına rağmen başarısız olduğunu göstermektedir.

4. Marcos'un hırsızlığı, kendisinin ve Sara Duterte'nin müteahhitlerden milyonlarca “kampanya bağışı” aldığına ve daha sonra büyük devlet ihaleleriyle ödüllendirildiğine dair raporlarla ortaya dökülmeye başladı. Marcos, Duterte'leri sel kontrol projelerinden milyarlarca rüşveti cebe indirdikleri için ifşa etmeye çalışırken, şimdi kendisi de Malacañang tarafından serbest bırakılan fonları kullanan senatör ve kongre üyeleriyle bunların “gözde projelerinde” işbirliği yaptığı için ifşa ediliyor. Halkın güveninin tamamen yitirilmesiyle birlikte, Marcos, Duterte ve tüm yandaşlarının istifası ya da görevden alınması talebiyle protestoların daha da artması an meselesidir.

5. Ülke genelinde, başlıca şehirlerde ve il merkezlerinde düzenlenen gösteriler ve diğer eylem biçimleri, her kesimden ve yaştan on binlerce kişinin kendiliğinden katılımını sağlamıştır. Önümüzdeki aylarda kitlesel eylemlerin kırsal bölgelere, özellikle de insanların rüşvet karşılığı yapılan kötü planlanmış ve anormal altyapı projelerinin neden olduğu büyük sel felaketlerinden zarar gördüğü bölgelere yayılması kaçınılmazdır. Bu sözde “kalkınma projeleri” plantasyonların ve maden işletmelerinin girişine ve genişlemesine hizmet etmekte, arazileri gasp etmekte, çevreyi talan etmekte ve milyonlarca insana büyük zorluklar getirmektedir.

6. Mendiola'daki örgütlü mitingçiler konuşmalarını bitirmek üzereyken, çoğu işsiz ve işçi sınıfı topluluklarından gelen birkaç yüz gençten oluşan bir grup saflardan ayrılarak polise taş atmaya, reklam panolarını kırmaya ve Recto Caddesi boyunca ateşler yakmaya başladı. Bu, onların Marcos'u ve onun hükümet hırsızları çetesini koruyan faşist polise karşı öfkelerini ifade etme ve karşılık verme yoluydu. Bu polisler, mahalleleri kilit altına almakla ve ezilen gençlere karşı kötü muamele etmekle ün salmış polislerdir. Marcos'un protestoları cezalandırma emri üzerine faşist polis acımasız bir güç ve baskıyla karşılık verdi, yaklaşık iki yüz protestocuyu keyfi olarak tutukladı ve birçoğu polisin tartaklaması sonucu yaralandı. Bu bastırma eylemleri gençlerin haklı isyan ateşini körüklemekten başka bir işe yaramadı. Dün Mendiola'daki meydan okuma eylemleri, yozlaşmış ve faşist devletin kendilerine ve ailelerine uyguladığı ölüm, çaresizlik ve şiddete karşı umutsuz ama cesur bir direniş gösterisiydi. Bu gençler, siyasi eğitim yoluyla, faşist devlet şiddetine karşı savaşmanın bir aracı olarak militan örgütlü direniş ve devrimci şiddete duyulan ihtiyacı kolayca anlayabilirler.

7. Dünkü büyük gösteriler, merkezinde ulusal demokratik güçlerin yer aldığı kitlesel protesto hareketinin güçlü bir şekilde yeniden canlanmasına işaret etmektedir. Bu gösteriler, 2013 yılında Aquino 2 hükümetine karşı domuz fıçısı meselesi [Filipinler hükümetinin öncelikli kalkınma projelerine harcama yapmak üzere Kongre'nin her üyesine tahsis edilen toplu bir fon olan Öncelikli Kalkınma Yardım Fonu'nu (halk arasında "domuz fıçısı" olarak anılmaktadır) kötüye kullandıkları iddiasıyla ortaya çıkan siyasi skandal kastedilmektedir. -ç.n.] nedeniyle düzenlenen protestolardan ve 2016 yılındaki “Marcos No Hero” [“Markos kahraman değildir”] protestolarından bu yana düzenlenen en büyük gösterilerdir. Bu yeniden canlanma son derece önemlidir çünkü son birkaç yıldır devlet güvenlik güçlerinin kitle liderlerini ve aktivistleri bastırmak, taciz etmek, damgalamak ve şiddetle saldırmak için gösterdiği amansız çabaların ardından gelmiştir. Kitlesel gösteriler hem ekonomik ve siyasi krizin nesnel koşullarının hem de yurtsever ve demokratik örgütlü güçlerin özenli çalışmalarının bir ürünüdür. Şiddetli devlet baskısı karşısında bile, halkın sosyal adalet ve gerçek demokrasi özlemlerini ilerletmek için halkı uyandırma, örgütleme ve harekete geçirme ve geniş ittifaklar ve ağlar kurma konusunda sebat etmişlerdir.

8. Marcos'un sözde soruşturulması, yolsuzluğun gerçek boyutlarını ve bürokrat kapitalistlerin ve kartellerin alçakça faaliyetlerine doğrudan katılımını örtbas etmeyi amaçlamaktadır. Marcos ifşa olmaktan kaçınmaya çalıştıkça, halkı sokağa çıkmaya daha fazla itiyor. Halkın yolsuzluk karşıtı hareketindeki yükseliş önümüzdeki haftalarda ve aylarda daha da büyük bir zemin kazanacak. Ve Marcos'un kendisi de halkın protestolarının hedefinde olacak.

9. Yaygın protestolar o kadar büyük bir güç biriktirebilir ki, kitlesel bir halk başkaldırısına dönüşebilir ve Marcos'ları, Duterte'leri ve yolsuzluktaki tüm suç ortaklarını iktidardan düşürebilir. Filipin halkı 1986 ve 2001 EDSA isyanlarında iki kez böyle bir güce sahip olmuştur. Filipin halkı bu tür olasılıklar için hazırlanmalıdır. Ayrıca geçmiş deneyimlerden ders almalı ve tüm sistemi yıkmaya yetecek devrimci gücü biriktirene kadar, yolsuzluk ve suiistimalle mücadele güçlerini kullanmalarına izin verecek gerçek adalet ve daha fazla demokrasi için mücadele etmeye hazır olmalıdırlar.

10. Yükselen protestolar, egemen sistemi kuşatan ekonomik ve siyasi kriz karşısında Filipin halkının derinlerde yatan hoşnutsuzluğunu yansıtmaktadır. Bu, yolsuzluktan ve yarı sömürge ve yarı feodal sistemin kötüleşen hastalıklarından muzdarip geniş halk kitlelerinin yaygın duygularının bir tezahürüdür. Kötüleşen toplumsal krizin ortasında, Filipin toplumunun ezilen kesimleri emperyalizme, feodalizme ve bürokrat kapitalizmine son verme ve ulusal demokrasi için mücadele etme çağrılarına aktif olarak yanıt vermektedir.

11. 21 Eylül kitlesel gösterileri, dünya genelinde gençlerin ve halkların büyüyen isyanının bir parçasını oluşturmaktadır. Filipinli gençler, yakın zamanda Endonezya ve Nepal'de, daha önce de Kenya ve Afrika'nın çeşitli ülkelerinde, hükümetlerin yüksek bürokratlarının yolsuzlukları, büyük sosyal eşitsizlikler, ağır adaletsizlikler ve siyasi baskı gibi konularda gençlerin gerçekleştirdiği gösterilerden ilham aldılar. Buna karşılık, 21 Eylül gösterileri ve bürokrat kapitalizme karşı büyüyen hareket de dünyanın dört bir yanındaki gençlere ve insanlara güç istismarcılarına, baskıcılara ve sömürücülere karşı ayaklanmaları için ilham verecek ve onları harekete geçirecektir.

12. Yolsuzluğa karşı protestolar, daha fazla kesim, özellikle de işçiler, mahallelerdeki yarı-proleter işsiz kitleler ve kırsal kesimdeki köylü kitleleri harekete katıldıkça daha da güç kazanacaktır. Halkın çoğunluğunu oluşturanlar bunlardır. Bürokrat kapitalizm ve yolsuzlukla ilgili öne çıkan meseleleri düşük ücretler, işsizlik, toprak gaspı ve ekonomik mülksüzleştirme gibi somut sorunlarıyla ilişkilendiren kültürel ve eğitim faaliyetlerine giderek daha fazla maruz kaldıkça sayılarının artacağı kesindir.

13. Öğrenciler ve gençler, protestoların mevcut yükselişinde önemli bir rol oynamaya devam edecektir. Güç kazanmak için sınıflarının dışına çıkmalı, kitlelerden öğrenmeli ve kentlerdeki yoksul topluluklar ve fabrikalardaki insanlarla birleşmelidirler. Ayrıca Filipin toplumunun durumu hakkında daha geniş bir perspektife sahip olabilecekleri kırsal bölgelere de gitmelidirler. Çürümüş bürokratik kapitalist, emperyalist egemenliği altındaki ve geri kalmış yarı feodal sistemin neden olduğu hastalıkları somut olarak bizzat kendileri araştırmalı ve görmelidirler. Bunu yaparak, yolsuzluğa karşı duydukları entelektüel öfkeyi, halka hizmet etmek ve gerçek özgürlük ve demokrasi özlemleri için mücadele etmek üzere daha kapsamlı ve uzun vadeli bir bağlılığa dönüştürebilirler.

14. Dün ve geçtiğimiz haftalardaki protesto göstericileri, Marcos'ları, Duterte'leri ve yolsuzluğa bulaşmış tüm devlet suçlularını suçlamanın ötesinde, açıkça iktidardaki bürokrat kapitalist ve yeni sömürgesel rejimin değişmesini istemektedir. Sistemin değiştirilmesi yönündeki talepleri, Filipinler'de ulusal demokratik mücadelenin yürütülmesi için elverişli koşulların varlığının şüphe götürmez bir kanıtıdır. Yaygın protestolar devrimcilerin kararlılığını daha da güçlendirmiştir. Devrimciler, siyasi eğitim yürütmek ve Ulusal Demokratik Cephe'nin farklı yeraltı devrimci örgütlerini genişletmek için canla başla çalışmalıdır. Yeni Halk Ordusu'nun [Filipinler Komünist Partisi’nin önderliği altındaki silahlı güçler -ç.n.] kızıl savaşçıları da kitlesel gösterilerden ilham aldılar ve halkın devrimci değişim özlemini gerçekleştirmek için halk savaşı yürütmeye şimdi daha da kararlılar.

kaynak: https://philippinerevolution.nu/statements/historical-significance-of-the-september-21-protests-and-prospects-beyond

çeviri: Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv


9/20/2025

Nepal Devrimci Öğrenci Cephesi - Nepal Bağlamı: Emperyalist Komplo ve Karşısında Devrimci Potansiyel

10 Eylül 2025

Nepal'deki son gelişmelerle ilgili olarak Hindistan'dan Devrimci Öğrenci Cephesi (RSF) tarafından yayınlanan bir makalenin gayri resmi çevirisini sizlerle paylaşıyoruz. Son haberimizden bu yana ölü sayısı güncellendi: en az 51 kişi öldü ve 1.300'den fazla kişi yaralandı. Eski Başyargıç Sushila Karki yeni bir Başbakan olarak atandı.

Nepal'de devam eden kitlesel isyan bağlamında Hindistan sosyal medyasında ilginç bir ‘Ram-Sol’ [Nepal'in başkanı Ram Chandra Poudel, daha önce Nepal Kongre Partisi'nin bir parçasıydı - İngilizceye çevirenin notu] birlikteliği görülüyor. Komplo tacirleri de dahil olmak üzere “solcular” zaten her yerde CIA'in elini görüyorlar (Nepal'deki olaylarda CIA'in parmağı olmadığı iddia edilmiyor, bu daha sonra tartışılacak), ancak RSS [Rastriya Samachar Samiti, Nepal'deki ana medya kuruluşu - İng. ç.n.] - ABD'nin evcil hayvanı, bir süredir eski sahibinden doğru düzgün yem alamadığı için, onlar bile ‘CIA-CIA’ diye bağıranlara katıldılar. Peki, olayların arkasında sadece CIA mi var? Bütün yaşananlar ‘ince bir tasarım’ın sonucu mu? Nepal'deki kitlesel isyan, Nepal hükümetinin 26 sosyal medya uygulamasına yasak getirmesiyle başladı. Ancak bu sadece bir bahaneydi. Bir süredir Nepal sosyal medyasını takip edenler, sosyal medya yasağı bastırıldıktan sonra bile iki kelimenin ortaya çıktığını biliyor. Kim bu 'Nepo Baby'ler [Nepal’de hükümet çevrelerindeki yaygın nepotizm (akraba, eş-dost kayırmacılık) nedeniyle önde gelen politik figürlerin çocukları bu şekilde adlandırılmaktadır ve bunların ultra-lüks yaşamları ezici çoğunluğu yoksullukla boğuşan olan halk kitleleri arasında büyük tepki çekmektedir - Türkçeye çevirenin notu]? Bu soruya cevap aramadan önce Nepal'in yakın tarihinden biraz bahsetmek gerekiyor.

Nepal şu anda sözde ‘demokratik bir cumhuriyet’ ancak 21. yüzyılın başında bile Nepal kralın yönetimi altındaydı. Emperyalizmin simsarı ve feodalizmin hamisi olan bu monarşi, Nepal halkı için kan emici bir sülük gibiydi. 20. yüzyılın sonunda, tüm sömürü sistemlerini kökünden söküp atma hayaliyle Nepal halkı, monarşi de dahil olmak üzere Nepal'in halk düşmanı eski devlet sistemini kökünden söküp atmak amacıyla devrimci bir halk savaşına girişti. Devrimci komünistlerin önderliğinde örgütlenen bu halk savaşı Nepal monarşisinin temellerini sarstı. Monarşinin gerçek sponsorları, yani çeşitli emperyalist devletler, IMF-Dünya Bankası gibi yağmacı çevreler ve Nepal'deki kan emici büyük bürokratik burjuvazi ve büyük toprak ağaları, kralın sürdürülmesi durumunda Nepal halkının tüm yağma sistemlerini yok edeceğini fark ettiler. Bu güçler Nepal Kongresi, “Nepal Komünist Partisi (Birleşik Marksist-Leninist)”, [Şimdiye kadar Başbakan olan KP Sharma Oli'nin liderliğini yaptığı parti - İng.ç.n.] vb. gibi parlamenter partiler tarafından temsil ediliyordu. Tüm bu şeytani güçler ve onların vekili olan parlamenter partiler, Nepal'in devrimci halk savaşı önderliğinin bir bölümünü, yani Prachanda-Oli-Baburam Bhattarai vb. ortakları haline getirmeyi başardılar. Bu birleşik çevre, yeni bir toplum inşa etmek için mücadele eden Nepal halkının gözüne toz atarak, sadece monarşinin sona ermesinin Nepal halkının tüm sorunlarına köklü bir çözüm sağlayacağını söyleyerek propaganda yapmaya devam etti!

Nepal monarşisi 2008 yılında resmen devrildi. Ama bu ne anlama geliyordu? Monarşinin yıkılmasıyla Nepal'de sözde ‘parlamenter demokrasi’ kuruldu, ancak Nepal halkının temel sorunlarının hiçbiri çözülmedi. Aksine, tıpkı Hindistan'daki ‘parlamenter demokrasi’ gibi, kralsız Nepal'de de büyük bürokratik burjuvazi, büyük toprak ağaları ve şirketler tarafından beslenen binlerce küçük ve büyük ‘kral’, parlamenter parti lideri yetişti. Bunlar halkı yağmalama konusunda eski krallardan bile daha yetenekli hale geldiler. Büyük arabaları, büyük evleri ve yabancı bankalara yatırılmış muazzam varlıkları vardı. Öte yandan Nepal halkı bu kadar kan dökerek hiçbir şey elde edemedi. Kralsız Nepal'in bu taçsız kralları 'Nepo Baby’lerdir. Nepal'de sözde ‘parlamenter demokrasi’ kurulduğundan beri Nepal halkı bu ‘Nepo Baby’ler tarafından bir baskı ve sömürü ağına hapsedilmiştir. Bu kitlesel isyana katılan sıradan insanların öfkesi tam da bu ‘Nepo Baby’lere yönelmiştir.

Peki, CIA Nepal'deki olaylara müdahil olmuyor mu?

Elbette oluyor. Çeşitli sağcı şeytani güçlerin, Nepal halkının bu çürümüş ‘parlamenter demokrasi’ modeline karşı haklı öfkesini istismar ederek, son birkaç yıldır kamuoyunu monarşiyi geri getirmek lehine şekillendirmeye çalıştığı unutulmamalıdır. 'Hami Nepal' adlı yabancı finansmanlı ‘apolitik’ bir STK, Nepal'deki kitle hareketinin merkezi olarak ortaya çıkmıştır. Emperyalistlerin tıpkı Bangladeş'te olduğu gibi Nepal için de ‘ince bir tasarımı’ olduğu açıktır. Komplocu “sol” güçler hakkında bir şeyi bilmek önemlidir. Emperyalizmin kamplarından birinin etkisi altındaki bir ülkede devlete karşı haklı bir halk öfkesi ortaya çıktığında, o kampın rakip kampı her zaman bu halk öfkesini kendi çıkarlarının gerçekleşmesi için yanlış yönlendirmeye çalışmıştır. Başka bir deyişle, bu tür emperyalist komplolar yeni bir şey değildir. Peki böyle bir durumda gerçek komünistlerin görevi ne olmalıdır? Böyle bir durumda devrimci komünistler tam olarak Bolşeviklerin 1917 Şubat Devrimi sırasında yaptıklarını yapmalıdır. Yani, emperyalistlerin iç çatışmalarından yararlanarak, ‘'ince tasarım’' tuzağını bozmak ve halkın haklı kitlesel öfkesine devrimci bir yön vermek. Komplo tüccarı “solcular”, Rusya'da çarlığa son vermek için mücadele eden Rus halkına yönelik bazı emperyalistler tarafından ‘'ince bir tasarım’' yapıldığını bilmiyor olabilirler. Bakalım Lenin bu bağlamda ne demiş?

"Ancak savaşın başlarındaki yenilgiler kargaşayı hızlandıran olumsuz bir faktör olsa da, İngiliz-Fransız finans kapitali, İngiliz-Fransız emperyalizmi ve Rus Oktobrist-Kadet sermayesi arasındaki bağlantı, Nikolay Romanov'a karşı bir komplonun doğrudan örgütlenmesi yoluyla bu krizi hızlandıran bir faktördü.

Durumun bu son derece önemli yönü, bilinen nedenlerle, İngiliz-Fransız basını tarafından örtbas edilmekte ve Almanlar tarafından kötü niyetle vurgulanmaktadır. Biz Marksistler gerçekle bilincimiz açık bir şekilde yüzleşmeli ve ne birinci grup emperyalist savaşçıların yalanlarıyla, resmi şekerli diplomatik ve bakanlık yalanlarıyla ne de diğer savaşçı gruptaki mali ve askeri rakiplerinin sırıtmalarıyla kafamızın karışmasına izin vermemeliyiz. Şubat-Mart Devrimi'ndeki olayların tüm seyri açıkça göstermektedir ki, II. Nikolay (ve umarız ki sonuncusu olacaktır ve biz de böyle olmasına çalışıyoruz) ile II. Wilhelm arasında “ayrı” anlaşmaları ve ayrı bir barışı engellemek için uzun süredir en umutsuz çabaları sarf eden İngiliz ve Fransız elçilikleri, ajanları ve ‘bağlantıları’ ile birlikte, Oktobristler ve Kadetlerle, generallerin bir bölümü ve ordu ve Petersburg garnizon subaylarıyla birlikte, Nikolay Romanov'u tahttan indirmek amacıyla doğrudan bir komplo düzenlediler." - V.I. Lenin, Uzaktan Mektuplar

Umutsuzluk içinde olan “sol” partiler, “ince tasarım” ve “kumpas” saplantısı içindedirler ve halka, her şeyden önce kendi siyasetlerine güvenmeyi bilmemektedirler. Bu ‘ince tasarım’ halkın haklı öfkesini kullanıyor olsa bile, toplumsal değişim mücadelesi halka ve devrimci komünist siyasete güvenerek verilmelidir. Nepal halkının bu isyanı haklıdır. Eğer emperyalistlerin ‘ince tasarımı’ gerçekten engellenmek isteniyorsa, o zaman temel görev Nepal devletini desteklemek değil, Nepal devletine karşı devam eden savaşta işçi-köylü-orta sınıfın çıkarları doğrultusunda birleşik devrimci alternatif bir güç merkezi inşa etmek olmalıdır.

Dün, 9 Eylül'de, revizyonist "Nepal Komünist Partisi" lideri Başbakan K.P. Oli istifa etti ve ordunun yardımıyla ülkeden kaçtı. Tarihsel bağlamda 9 Eylül aynı zamanda Mao Zedung Yoldaş'ın ölüm yıldönümüdür. Bu tarihsel bağlamı akılda tutarak, Mao Yoldaş'ın sözlerini bugün tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor: “Marksizm birçok ilkeden oluşur, ancak son tahlilde hepsi tek bir cümleye geri getirilebilir: isyan etmek haktır.”

Yazar: Soumyadeep Kanji

kaynak: https://redherald.org/2025/09/13/revolutionary-students-front-context-nepal-imperialist-plot-vs-revolutionary-potential
yazının orijinali Nepal Devrimci Öğrenci Cephesi'nin yayın organı 'Çatrafauj'da yayınlanmıştır: 
https://chhatrafauj.wordpress.com/2025/09/10

çeviri: Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv


6/19/2025

İran Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin açıklaması: İki gerici kutup arasındaki savaşın yayılması tehlikesi karşısında, İslam Cumhuriyeti'nin devrimci yoldan yıkılması için mücadeleyi yoğunlaştıralım!


18 Haziran 2025

ABD ile İran İslam Cumhuriyeti arasındaki nükleer görüşmelerin altıncı turunun 15 Haziran 2025 pazar günü [Umman'ın başkenti -ç.n.] Maskat'ta yapılması planlanırken, İsrail ordusu önceki iki operasyondan daha şiddetli ve kapsamlı bir operasyonla onlarca nükleer tesisi, savunma sistemini, askeri üssü ve Devrim Muhafızları komutanlarının karargahlarını hedef aldı. ABD hükümetinin bilgisi ve koordinasyonu dahilinde gerçekleştirilen ve nükleer müzakereleri ilerletmek ve İslam Cumhuriyeti'ni teslim olmaya zorlamak için bahane olarak kullanılan bu operasyonda nükleer tesisler ve askeri merkezler imha edildi ve birçok üst düzey Devrim Muhafızları ve ordu komutanı öldürüldü.

İsrail Hava Kuvvetleri'nin Mossad ile koordineli olarak gerçekleştirdiği avcı-bombardıman operasyonu, Hamaney ve Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) komutanlarının övünme ve abartmalarına rağmen İslam Cumhuriyeti rejiminin savunma, güvenlik ve istihbarat sistemlerinin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gösterdi. Bir gün önce ABD, İslami rejimin olası bir misilleme operasyonuna hazırlık olarak bölgedeki büyükelçiliklerini tahliye ederken, İslam Cumhuriyeti DMO komutanlarının toplantısı için güvenli bir yer bile sağlayamadı. Devrim Muhafızları komutanları ve nükleer bilimciler, İslam Cumhuriyeti'nin ana başlatıcılarından biri olduğu savaş ateşinde yanmaktadır. Ancak bu savaşın devam etmesinin ve İslam Cumhuriyeti rejiminin İsrail ve Amerikan hükümetleriyle bombardıman ve füze çatışmasının sonuçları bununla sınırlı kalmayacaktır.

Bu askeri çatışma ve İran'daki savaş atmosferinin yoğunlaşması, güvensizliğin yayılması, nükleer radyasyon riski, yoksulluk ve ekonomik sefaletin yanı sıra, her şeyden önce emek ve kitle mücadelelerinin ilerlemesini ve gelişmesini ve İslam Cumhuriyeti rejiminin devrimci yoldan yıkılması için mücadeleyi sekteye uğratmaktadır. İslam Cumhuriyeti rejimi, savaş atmosferini, baskı ve polis devleti koşullarının yoğunlaştırılmasını kullanarak İslami sistemin devrimci yollarla yıkılması mücadelesinin gelişimini sekteye uğratmak ve bu hareketi ve iç düşmanı bastırmak istemektedir. ABD hükümeti hala İslam Cumhuriyeti'ni devirmek niyetinde değil, daha ziyade İsrail operasyonlarının baskısını da ekleyerek İslam Cumhuriyeti rejimini nükleer krizle ilgili müzakerelerde teslim olmaya zorlamak istiyor. Ancak İslam Cumhuriyeti şimdiye kadarki maceralarına devam ederek İran topraklarında uranyum zenginleştirmekte ısrar ederse, askeri ve füze çatışması devam edecek ve bombalamalar sürdükçe, burjuva ve sağcı muhalif güçlerin yardımıyla alternatif bir hükümet kurma ve İslami hükümeti devirme girişimi, ABD ve İsrail'in Ortadoğu'da istedikleri bölgesel düzeni ilerletme projesinin bir parçası haline gelecektir. Nükleer bir İslami hükümetin ABD ve İsrail'in arzuladığı bölgesel düzende yeri yoktur.

Bu nedenle, defalarca vurguladığımız gibi, İslam Cumhuriyeti rejiminin nükleer program nedeniyle ABD ve İsrail ile yaşadığı savaş ve çatışmanın İran ve bölge işçi sınıfı ve halkının çıkarlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. İslam Cumhuriyeti rejimi, hayatta kalma stratejisi doğrultusunda, toplumun zenginliğinden ve İran işçi ve emekçilerinin çektiği acı ve sömürünün sonuçlarından elde edilen yüz milyarlarca doları, dumanı doğrudan İran halkının gözüne giren nükleer proje ve programlara harcamıştır. İslam Cumhuriyeti rejiminin ABD ve İsrail ile savaşı ve çatışması, şimdiye kadarki politikaların bir devamıdır ve her iki tarafta da gerici ve kapitalist bir savaş ve çatışmadır. Bu savaşın yayılma tehlikesinden kurtulmak için İran işçi sınıfı, emekçileri ve özgürlükçü insanlarının İslam Cumhuriyeti'ne karşı mücadeleyi genişletmek ve yoğunlaştırmaktan, saflarını örgütlemek için daha yoğun bir çaba sarf etmekten ve kitlesel bir ayaklanma ve İslam Cumhuriyeti rejiminin devrimci bir şekilde yıkılması için ülke çapında bir önderlik oluşturmaktan başka seçeneği yoktur. Bazı burjuva muhalefet güçlerinin heveslenmesine ve halkı, yüksek derecede örgütlenme ve beceri gerektiren ve henüz gerçekleştirmeye hazır olmadıkları bir ayaklanma gibi erken önlemlere yönlendirmesine izin verilmemelidir.

İran Komünist Partisi, bu gerici savaşı ve çatışmayı kınarken, İran'ın tüm işçilerini, emekçilerini ve özgür insanlarını İslam Cumhuriyeti'nin devrimci yollarla yıkılması için mücadeleyi genişletmeye ve yoğunlaştırmaya çağırır ve işçi hareketinin ve diğer ilerici toplumsal hareketlerin aktivistlerini ve liderlerini örgütlenme çabalarını genişletmeye ve ülke çapında eşgüdümlü bir liderlik oluşturmaya çağırır. İran ve bölge halkları ancak İslam Cumhuriyeti'nin devrimci yoldan devrilmesinin önkoşullarını hazırlama çabalarını ve mücadelesini hızlandırarak ve yoğunlaştırarak bu cani rejimden kurtulabilir, burjuva ve sağcı muhalif güçlerin halkın sırtından bir alternatif yaratma çabaları boşa çıkarılabilir ve Ortadoğu'nun işçilerinin ve ezilen halklarının önüne ABD ve İsrail'in emperyalist ve gerici bölgesel düzenine karşı parlak bir ufuk açılabilir.

Bu gerici savaşa hayır!

Kahrolsun İslam Cumhuriyeti rejimi!

Yaşasın özgürlük, eşitlik ve işçi hükümeti!

İran Komünist Partisi Merkez Komitesi

18 Haziran 2025

kaynak: https://cpiran.org
çeviri: Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv


6/14/2025

Fedaiyan Komünistler Birliği Örgütü (İran) - Barış Ancak Örgütlü Mücadeleyle Mümkündür


13 Haziran 2025  

Bu sabah,  13 Haziran 2025 tarihinde, İsrail'in İran'ın askeri, nükleer ve telekomünikasyon altyapısına yönelik ülke çapında ve organize saldırıları başladı ve devam ediyor. İslam Cumhuriyeti rejiminin İsrail şehirlerine yönelik misilleme füze saldırıları bölgede yıkıcı bir savaşın daha fitilini ateşledi.

Siyonist rejimin ABD'nin açık koordinasyonu ve üç Avrupa hükümetinin açık desteğiyle İran'a yönelik saldırısı, sadece nükleer müzakerelerin fiilen sona ermesi değil; aynı zamanda bölgeyi yıkıcı bir savaşın eşiğine sürüklemek üzere önceden planlanmış bir projenin son adımıdır. ABD ile beş tur süren sonuçsuz müzakerelerin hemen ardından İran'ın nükleer programına karşı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Yönetim Kurulu'nda bir kararın kabul edilmesi, önceden kararlaştırılmış olan saldırıyı meşrulaştırmak için sadece bir “diplomatik maske” idi.

Böyle bir anda ihtiyatlı analizlere ya da hayali umutlara bel bağlanamaz. Savaş başladı ve ilk saatlerde açıkça görüldüğü üzere, ilk kurbanlar, nükleer politika kararlarında ya da askeri yanıtların oluşturulmasında hiçbir rolü olmayan, ancak her zaman yaptırımların, sansürün, yoksulluğun ve baskının hedefi olan ve şimdi bombalanan siviller oldu.

Son yirmi yıldır nükleer programı siyasi avantaj elde etmek, ülke içindeki baskıyı meşrulaştırmak ve yıkıcı yaptırımlara zemin hazırlamak için bir araç olarak kullanan İslam Cumhuriyeti'nin iktidar yapısı, artık bırakın asıl düşmanı olan emekçi kitleleri, kendi komutanlarını bile İsrail devlet teröründen koruyamayacak kadar güçsüzdür.

Bu proje, “ulusal bağımsızlık ve güvenliği” sağlama bahanesi altında, tecrit, yaptırım, baskı, yolsuzluk ve izolasyonla ağırlaşan sömürüyü yoğunlaştırmak ve İslam Cumhuriyeti'nin toplumsal taleplere yanıt vermedeki yetersizliğini örtbas etmek için bir bahaneden başka bir şey olmamıştır. Bugün Natanz'a yapılan saldırı ve radyoaktif maddelerin açığa çıkma ihtimali, onlarca ilde kentsel altyapının hedef alınması ve vatandaşların güvenliğine yönelik artan tehditle birlikte bu politikaların sonuçları açıkça görülmektedir.

Meşruiyetten yoksun, halktan intikam almak isteyen bir hükümet

İnternetin kapatılması, savaş karşıtı aktivistlerin baskı altına alınacağı tehdidi, hapishanelerin ziyaretçilere kapatılması ve kamusal alanlardaki boğucu atmosferin yoğunlaştırılması, hükümetin mevcut krizde hiçbir payı olmayan insanlardan intikam alma kararlılığının işaretleridir. Yabancı müdahalesi ve Devrim Muhafızları komutanlarına yönelik suikast, iç baskı ve polisiye ortamın yoğunlaştırılması için yeni bir bahane haline gelmiştir. Toplumsal destekten yoksun bir rejim, asıl düşmanını her zaman coğrafi sınırlarda değil, sokaklarda, üniversitelerde, fabrikalarda ve vatandaşların evlerinde arar.

Bu koşullarda, faşist İsrail antitesinin açık ve koşulsuz bir şekilde kınanması gereken askeri saldırısına karşı herhangi bir duruş, ancak İslam Cumhuriyeti, monarşistler, Halkın Mücahitleri ve savaş çığırtkanı milliyetçilerle net bir sınır çizilmesi ile birlikte olduğunda gerçek bir anlam ve geçerliliğe sahiptir. Tel Aviv ve Washington'dan Farsça yayın yapan uydu kanallarına kadar İran'ı bombalamak için ağızlarından köpükler saçanlar, en az baskıcı iktidar rejimi kadar halk düşmanıdırlar.

Gerçek yanıt, birini diğerine karşı desteklemek değil, ne rejim reformu yanılsamasına ne de dış müdahale umuduna değil, ezilen ve sömürülen halk kitlelerinin kendi kaderlerini belirleme konusundaki örgütlü gücüne dayanan örgütlü ve amaç odaklı bir mücadeleyi sürdürmek için devrimci bir sol cephede örgütlenmeye ve birleşmeye çalışmaktır.

Pasiflikten inisiyatife

İşçi sınıfı içinde gerçek kökleri olan devrimci bir partinin yokluğunda, mevcut dağınık toplumsal güç kendini bir örgütlülüğe dönüştürmeyecektir. Ancak bu gerçek pasiflik için bir bahane olmamalıdır. Mevcut kritik anda sol, sosyalist ve anti-kapitalist güçlerin görevi, sekterlikten ve aşındırıcı rekabetten kaçınarak ve geniş ve birleşik bir devrimci sol cephede birliğe doğru ilk adımları atarak işyerlerinde ve hayatın içinde inisiyatifi ele geçirmektir.

Savaşın, ölümlerin, baskı ve zulmün son bulması ancak kitlelerin örgütlenmesine bağlıdır.

Kapitalist düzenin sürekli savaş, ayrımcılık, yoksulluk ve yerinden edilme ürettiği bir dünyada barış ahlaki bir slogan değil, ancak kapitalist baskı ve sömürüye, tahakküm ve şiddete dayalı yapıları yıkmaya yönelik siyasi ve sınıfsal bir mücadelenin sonucu olabilir. Bugün bu mücadele İran'da, Gazze'de ve dünyanın dört bir yanında iç içe geçmiş durumdadır. Dolayısıyla İran'daki özgürlük ve sosyal adalet mücadelesini emperyalizme ve Siyonizme karşı küresel dayanışmayla birleştirmek, sosyalist umudu ve bölgesel ölçekte devrimci bir alternatifi yeniden inşa etme sürecinin bir parçasıdır.

Şimdi bunu açıkça söylemenin zamanıdır:

Savaşa değil, rejime değil;

Ne yaptırımlara ne de dış müdahaleye;

Ne baskıya ne de sessizliğe.

Sınıf mücadelesine ve toplumsal devrime evet 

Radikal dönüşüm için kitleleri örgütlemenin güçlü rüzgarı

Fedaiyan Komünist Birliği Örgütü 


kaynak: https://fedayi.org
çeviri: Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv


5/29/2025

The Left Movement and Komalah: The Backbone of Social Resistance in Kurdistan

Asad Rostami

23.05.2025

A response to the distorted and speculative statements of Khaled Azizi, spokesperson for the Kurdistan Democratic Party of Iran

5/28/2025

Sol Hareket ve Komala: Kürdistan'da Toplumsal Direnişin Omurgası


İran Kürdistanı Demokrat Partisi sözcüsü Halid Azizi'nin çarpıtılmış ve spekülatif açıklamalarına bir yanıt

Asad Rostami / komalah.org

23.05.2025

Kürdistan bir kez daha siyasi ve toplumsal dönüşümlerin merkezinde yer alırken ve Kürdistan'ın devrimci halkı zulme, yoksulluğa, ayrımcılığa ve eşitsizliğe karşı mücadelenin ön saflarında yer alırken, İran Kürdistanı Demokrat Partisi'nin resmi sözcüsü Halid Azizi, partinin televizyonunda ve sosyal medyada yayınlanan bir konuşmasında sol harekete ve özellikle de bu hareketin belkemiği olan Komala [İran Komünist Partisi Kürdistan Örgütü - ç.n.]'ya karşı histerik ve çarpıtılmış bir saldırı başlattı. Bu radikal ve tarihsel hareketi “sosyalist bloğun taşeronu” olarak nitelendirdi ve Kürt hareketine zarar vermekle suçladı ki bu temelsiz, tarihsel destekten yoksun ve siyasi sonuçları bakımından tehlikeli bir iddiadır.

5/08/2025

Bask Ülkesi Komünist Partisi'nin Kuruluş Belgesi, 1935

Bask Ülkesi Komünist Partisi'nin kuruluş kongresi Haziran ayı başında Vizcaya’da gerçekleştirildi.

Şu ana kadar, ulusal ve sosyal kurtuluş programıyla,  — İspanya Devleti'nden ayrılma hakkı da dahil olmak üzere— ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkı için mücadele eden tek parti İspanya Komünist Partisi olmuştur. Bu politikaya bağlı olarak, Komünist Enternasyonal ve İspanya Komünist Partisi, Katalonya komünistleriyle mutabık kalarak Katalonya Komünist Partisi'ni kurmuş, bu parti Katalan halkının ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinde önemli başarılar elde etmiştir.

Bask Ülkesi Komünist Partisi'nin kuruluşu da, İspanya'daki kardeş partimizin ve Komünist Enternasyonal’in ulusal ve sosyal kurtuluş politikasının bir teyidi niteliğindedir.

4/30/2025

KPD-Roter Morgen - TDKP önderliği: Türkiye'nin komünist partisinin tasfiyecileri*

ROTER MORGEN, No. 6 / 2007

Türkiye Devrimci Komünist Partisi (TDKP), 1980 yılında, Türk ordusunun faşist darbesinden kısa bir süre önce kuruldu. Kuruluşu, Türkiye işçi sınıfının ve halklarının büyük devrimci mücadele iradesinin bir ifadesiydi. Dünyanın dört bir yanındaki komünistler, uzun bir süre boyunca TDKP'ye ve onun Türkiye'deki zorlu illegalite koşulları altında sürdürdüğü mücadeleye umutla baktılar.

Ancak bugün bu parti artık varlığını sürdürmüyor.

TDKP'nin lider kadrosu, örgütsel yapılarını temelden yok etti.