8/02/2024

Yunanistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist) - Emperyalistlerin Kıbrıs Planları ve Müdahaleleri*

(Proletariaki Simaia [Proletarya Bayrağı], 17/4/2004)



İşgal Karşıtı Mücadele

Kıbrıs’ın modem tarihi, 1878 İngiliz işgali ve 1914 yılında adanın Büyük Britanya egemenliğine bırakılmasıyla başlar. Bu durum, 1925 yılında adanın İngiliz sömürgesi olduğunun ilanıyla resmileşti. Tabii, dönemin büyük imparatoru için adaya duyulan ilgi tesadüfü değildi. Jeo-stratejik konumu önemli olmaktan çok daha fazlaydı. Emperyalist güç olarak Orta Doğu’da ve Asya’da gözü olan ya da buradaki konumunu güçlendirmek isteyen İngiltere için adaya sahip olunması gerekiyordu.

Çok geçmeden, komünistlerin önemli rol oynadıkları sömürgeci İngilizlere karşı Kıbrıslıların ilk isyanı 1931 yılında patlak verdi. Yeni işgalciler isyanı şiddetle bastırarak Kıbrıs halkını kana boğdu. Kıbrıs Komünist Partisi, yasadışı ilan edilerek, pek çok komünist gözaltına alınıp işkencelerden geçirilerek idam edildi. İngiliz işgali her ne kadar bağımsızlık sözü vermiş olsa da II. Dünya Savaşı’ndan sonra da sürdü. İngilizler hiçbir koşulda adayı kaybetmek istemiyorlardı. Zaten, II. Dünya Savaşı’ndan sonra öncülüğü Amerikalılara kaptıran İngiliz İmparatorluğu, Orta Doğu’da ciddi sorunlarla karşı karşıyaydı. Böylece, oyunda kalmak için adayı ne pahasına olursa olsun kaybetmemeye, burayı askeri üsse çevirerek bir koz olarak ellerinde tutmaya çalışıyorlardı.

5/22/2024

İran Halkın Fedaileri Gerillaları Örgütü - İran'da "İslami Köktencilik": Emperyalizmin Elinde Bir Araç

Aşağıdaki yazı 2007 yılında İran Halkın Fedaileri Gerillaları Örgütü tarafından yayınlanmıştır. İHFGÖ Marksist-Leninist iddialı olmakla birlikte tutarlı Marksist-Leninist bir örgüt değil, küçük burjuva halkçı-devrimci çizgide bir örgüttür. Fakat bu yazı İran'daki teokratik-faşist rejimin gerçek niteliğini çarpıcı bir şekilde teşhir ettiği için burada yeniden yayınlamayı uygun bulduk . - Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv


Geçen iki on yılda, “Siyasal İslam” ya da “İslami Köktencilik” olarak bilinen bir fenomenin gün be gün yükselişine tanık olduk, özellikle Müslümanların çoğunluk olduğu ülkelerde. Ne yazık ki, kendisini çoğu zaman anti-emperyalist sloganların ardına gizleyen bu köktenciliğin gelişmesi devrimci ve komünist güçler arasında yanlış görüşlerin ve yanılsamaların doğmasını beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak, köktenciliğin sınıf doğasını analiz etmede komünist güçler yanlış yola girmiş ve burjuva propagandasını tekrara düşerek bu grupları hatalı biçimde “anti-emperyalist” ve “devrimci” olarak değerlendirmişlerdir. Tam da bu nedenle, geçen 27 yıl boyunca İran halkının anti-emperyalist Demokratik hareketinin İslam Cumhuriyeti tarafından acımasızca boğulmasına tanıklık eden İranlı bir komünist örgüt olarak, örgütümüzün gözlemlerini paylaşmak ve yukarda andığımız düşünce şeklinin nasıl yanlış yönlendirici bir analiz olduğunu açıklamak durumundayız.

Günümüzde yaygın olan analizlerin çoğunda, “İslami köktenciliği” “anti-emperyalist” kıyafetlerle sarmalamak yönünde bir çaba vardır. Bu analizlere bakılırsa, Humeyni kliği ve İslami rejim anti-emperyalizmin bir dışavurumu ve sembolüdür. Ancak gerçekte, Amerika ve diğer emperyalist güçlere lafta karşı çıkarken bu aynı İslami rejim Humeyni’nin liderliği döneminde aslında İran halkının gerçek anti-emperyalist demokratik hareketini, “Kahrolsun Şah” ve “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi” diye başlayan bu hareketi vahşice ezmiştir. Bu rejim halk kitlelerini, özgürlük savaşçılarını ve komünistleri, bunların gerçek anti-emperyalist, demokratik istemleri nedeniyle katletmiştir. Bu yüzden, bu rejimi anti-emperyalist olarak değerlendirenler neden onun halkın anti-emperyalist hareketini ve devrimi kana boğduğunu açıklamak durumundadırlar.

Gerçekte 1970′lerde, bizim örgütümüzün, İran Halkın Fedaileri Gerillaları’nın (İHFG) mücadeleleriyle harekete geçen İran işçilerini ve emekçi sınıfları, Şah bağımlı rejimini devirmek ve İran’daki emperyalist tahakkümü kaldırmak için anti-emperyalist ve demokratik bir hareket oluşturmuşlardır. Ancak devrimci mücadele süreç içinde yoğunlaştıkça, emperyalist efendileri Şah rejimini sürdürmenin imkansız olduğunu düşünmeye başladılar, kitlelerin hareketine karşı koymak üzere emperyalist güçler eski Sovyetler Birliği’ni bir yeşil kuşakla çevreleme siyasetlerinin uzantısında, Guadeloupe Zirvesi’nde Şah rejiminin yerine İslami bir akımın geçmesini kararlaştırmışlardır. O günlerde, Humeyni’nin otoritesi altındaki bu İslami akım bir örgüte bile sahip değildi, ancak emperyalistlerin siyasal ve maddi destekleriyle, bu klik hızla yükselişe geçti, ve bir devrimci önderliğin yokluğu koşullarında (bizim hareketimizin o dönemde yediği ağır darbeler göz önünde bulundurulursa), emperyalistler için “alternatif vakum” rolünü oynamıştır.

İktidara geldiği ilk günlerden başlayarak, İslam Cumhuriyeti rejimi İslam adı altında, aslında emperyalistlere hizmet etmiş, İran’ın ezilen halkına karşı Şah’ın kiralık katil rejiminin bile uygulamadığı acımasızlıklar uygulamıştır.

İzleyen yıllarda, on binlerce komünist ve anti-emperyalist savaşçı İslami rejimce katledildi. Bu rejim çocukları ve 14 ya da 15 yaşlarındaki genç kızları dahi infaz etti. 1981′den sonra rejimin işlediği en aşağılık bir suç da bakire kızlara “devrim muhafızları” tarafından tecavüz  edilmesiydi. İslam Cumhuriyeti’nin yüksek makamları bu tecavüzleri, bu “ateist kızlar”ın ölümü hak ettikleri, ama İslam’a göre bakireler günahsız olduğundan bakire olarak ölürlerse cennete gidecekleri gerekçesiyle onayladılar. Bu yüzden onların cennete gitmesini engellemek için devrim muhafızlarının kızların bekâretlerini bozmaları gerekliydi!

Rejim ezilen Kürt, Türk, Arap, Beluci, Lor ve Türkmenlerin kendi kaderini tayin etmek için verdikleri mücadelelerini acımasızca ezdi. Bir süre sonra, devrimi emperyalistlerin çıkarına daha da bastırmak için, İslami rejim İran’ı Irak’la 8 yıl sürecek bir savaşa soktu; iki ülkenin ezilen yığınları için sefalet, açlık, ölüm ve yıkımdan başka hiçbir şey getirmezken, bölgeyi emperyalistler için kârlı bir pazar haline getiren ve silah satışı yoluyla onların ceplerine milyarlarca dolar akıtan bir savaş.

Aynı rejim, 1988′de, halk mücadelesinin yayılmasından korkarak, on binlerce politik tutsağı katletti; bu tarihte daha önce görülmedik bir politik soykırımdı. Rejim binlerce politik tutsağı infaz etti ve hepsini de bir kerede katletti. Birkaç yıl sonra, kitle hareketlerinin direnişinin yükselişe geçtiği bir dönemde yine kısa bir süre içinde rejim aydınları ve yazarları öldürerek dehşet saçmaya başladı; bu cinayetler daha sonra kanıtlar ortaya çıktıkça rejim tarafından itiraf edilmek zorunda kaldı. Bu suçlar devletin “seri cinayetleri” olarak anılmıştır.

Tüm “anti-Amerikan” ve “anti-emperyalist” belagate karşılık, İslami rejim bütün bu yıllar boyunca ezilen halkın ulusal zenginliğini ve kaynaklarını emperyalistlerin petrol ve askeri şirketlerine ve tekellerine sunmuştur. İran dev şirketler ve emperyalist devletler için daha karlı bir pazar haline getirilmiştir. İslami rejim altında İran’daki emperyalizme bağımlı kapitalist sistem daha da büyümüş ve genişlemiştir. 1953 darbesinden sonra ABD emperyalizmi tarafından Şah’a destek olarak kurulan ve 1979′daki halk hareketlerinden bazı önemli darbeler alan halk düşmanı ordu, İslami rejimce yeniden tesis edilmiş ve şimdide yoğun biçimde genişletilmektedir. İslami rejim “Amerika”ya, “Batı ve Doğu Emperyalizmi”ne karşı boş sloganları yinelerken, aynı emperyalizme en tatlı ekonomik ve politik ilişkileri korumuştur. Okuyucu, “İran-Kontra” olayıyla kısmen açığa çıkan karşı-devrimci rezaletleri hatırlayacaktır.

Uluslararası zeminde bu İslami akımların boş anti-emperyalist sloganlarına dayanarak bu akımlarda “küçük burjuva”zinin “emperyalist sermaye”ye ya da ezilen ülkelerdeki büyük sermayeye karşı mücadelesini görmek gibi hatalı bir varsayımın yayıldığına şahit oluyoruz. Tam tersine, İran’da biz İslami rejiminin üç on yıla yaklaşan egemenliği altında gerçekliğin ilk günden beri işçilerin vahşi ve kanlı biçimde sindirilmesine ek olarak, İslami rejimin aynı zamanda emperyalizmin aşırı yağmacılığı ve sömürüsü altında yaşayan köylüleri, çiftçileri, emekçi sınıfları ve küçük burjuvaziyi de ezdiğini gösteriyor. Bu rejim büyük mülk sahiplerinin ve bürokratik sermayenin çıkarlarına aykırı hiçbir özel mülkiyete yaşam şansı vermemektedir. İran’daki İslami deneyim “Siyasal İslam”ın pratikte İran’daki ve bütün bölgedeki Emperyalizmin, büyük sermayenin, çok uluslu şirketlerin düpedüz bir savunucusu olduğunu açık biçimde göstermiştir.

İran’daki “İslami köktencilik” deneyimi “Siyasal İslam”ın emperyalizmin işçiler ve ezilen halklar üzerindeki hakimiyetinin yayılmasının bir örtüsünden başka bir şey olmadığı gerçeğini ortaya koyar. Orta Doğu’daki işçilerin ve ezilen halkların büyük ve kanlı deneyimleri komünistlerin yegane sarsılmaz anti-emperyalist savaşçılar olduklarını göstermiştir. Ve ancak onların liderliği altında, ezilen halkların anti-emperyalist mücadelelerinin ilerleme ve muzaffer olma ihtimali vardır.

Bu devrimci arzuyu yerine getirmek için mücadeleyi güçlendirmek, birliğimizi ve dayanışmamızı genişletmek zorundayız. Bu bunalım döneminde, bayraklarımızın üzerine en canlı ve kalıcı renklerle şu sloganlar yazılı olmalıdır: “Emperyalizme Hayır!”, “Emperyalist politikaların bir aracı olan - İslami Köktenciliğe Hayır!”, ve “Yaşasın İşçi Sınıfının Önderliğinde Anti-Emperyalist, Demokratik Devrim!”

kaynak: https://web.archive.org/web/20070513211749/http://www.siahkal.com/english/Islamic_Fundamentalism_IPFG.htm
Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv çeviri birimi tarafından Türkçeleştirilmiştir. 


5/13/2024

Bikram Mohan (Revolutionary Democracy) - Ukrayna’daki durum üzerine

çeviri: Birlik ve Mücadele, Sayı 46, Haziran 2023, yazının Revolutionary Democracy dergisinin Eylül 2022 tarihli sayısında yayımlanan İngilizce orijinali için bkz. https://revolutionarydemocracy.org/rdnsv1n2/UkraineMohan.html 

not: çeviride "{}" içinde yapılan düzeltmeler ve alternatif çeviriler Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv'e aittir. 

GİRİŞ

Lenin’in emperyalizm teorisi, kapitalizmin gelişiminin en yüksek aşaması olarak, kapitalizmin emperyalist savaşlara girme konusundaki temel ihtiyacını ortaya koymuştur. Kautsky ve sosyal-şovenizmin diğer savunucularının aksine Lenin, Birinci Dünya Savaşı’nı açıkça emperyalist bir savaş olarak tanımladı. Ayrıca emperyalist savaşlara ilişkin Bolşevik tutumun ne olması gerektiği ve bu savaşların üretim araçlarının özel mülkiyeti ile nasıl bağlantılı olduğu konusunda da çok netti:

“Ve bu bilanço gösteriyor ki, üretim araçlarında özel mülkiyet düzeni var olduğu sürece, bu ekonomik temel üzerinde, emperyalist savaşlar mutlak biçimde kaçınılmaz olacaktır.” (V.I. Lenin, “Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” kitabının Fransızca ve Almanca baskılarının önsözü. (Lenin, Seçme Eserler, Progress Publishers, 1963, Moskova, Cilt 1.)

3/10/2024

The Red Herald - Rusya'nın Ukrayna'ya karşı iki yıllık saldırganlık savaşı


Rusya'nın Ukrayna'ya karşı iki yıllık saldırganlık savaşı

26 Şubat 2024

Bu yılın 24 Şubat’ı, Rus emperyalizminin Ukrayna'ya karşı yürüttüğü topyekun saldırı savaşının ikinci yıldönümü oluyor. Bu adaletsiz savaş yüzbinlerce ölü ve yaralıya, milyonlarca insanın yerinden edilmesine yol açtı, tüm Ukrayna halkına büyük sefalet ve acılar yaşattı.

3/08/2024

Mart 1984 Tarihli "Devrimci Enternasyonalist Hareket Deklarasyonu"na Bazı Temel Eleştiriler (Marksizm-Leninizm Bayrağı Altında yazı kurulu)

1980’li yıllarda Hindistan’da yayımlanan “Marksizm-Leninizm Bayrağı Altında” (“Under the Banner of Marxism-Leninism”) dergisi yazı kurulu tarafından kaleme alınmış olan aşağıdaki yazıyı, uluslararası planda komünist iddialı akımlar arasındaki güncel ideolojik mücadele açısından hâlâ merkezî önemini koruyan bazı sorunları ele aldığı ve temel olarak bizim bu sorunlara bakış açımıza uygun olduğu için Türkçeleştirerek yayınlıyoruz. - Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv.

3/05/2024

Süper güçler teorisi üzerine*


"... Süper güçler teorisi, "birinci dünya" ülkeleri (sözde süper güçler olan ABD ve Sovyetler Birliği emperyalizmleri) ile "ikinci dünya" ülkeleri arasında niteliksel bir ayrım yapmaktadır. [Bu teoriye göre -ç.n.] İki süper güç, iki emperyalist bloğa liderlik etmektedir ve dolayısıyla şu anda bir dünya savaşını yönetebilecek tek güç onlardır. Bu teori, Fransa, Batı Almanya, Japonya ve İngiltere gibi diğer emperyalist güçlerin, sözde "ikinci dünya" ülkelerinin [emperyalist sistem içindeki rolünün -ç.n.] yeterince vurgulanmamasına yol açmakta ve dünya halklarının onlara karşı uyanıklığını azaltmaktadır. İkinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgilerinden bu yana, bu güçler çoktan bağımsız gelişme yoluna girmişler ve nüfuz alanları için ABD emperyalizmiyle rekabete girmişlerdir ...

Stalin, kapitalist ülkelerdeki eşitsiz gelişme yasasına uygun olarak, daha 1952'de yazdığı "Sosyalizmin Ekonomik Sorunları..." adlı eserinde, tek bir emperyalist gücün, yani o dönemde ABD'nin rolünün mutlaklaştırılmasına karşı oluşmakta olan revizyonist eğilimlere karşı uyarıda bulundu ve emperyalizm ve İkinci Dünya Savaşı'nda mağlup edilen veya zayıflayan güçlerle ilgili olarak şunları söylemiştir:

"Bu ülkelerin yeniden ayağa kalkmaya çalışmayacaklarını, ABD 'rejimini' yıkmaya çalışmayacaklarını, bağımsız kalkınmalarının yolunu zorlamayacaklarını düşünmek mucizelere inanmaktır."
(age.Pekin baskısı., 1976, s. 34)

Ayrıca şunu da belirtmiştir ki:

"Fakat bundan, kapitalist ülkeler arasındaki savaşların kaçınılmazlığının hâlâ yürürlükte olduğu sonucu çıkıyor." (Age., s.36)" 

*"Marksizm-Leninizm Bayrağı Altında" Dergisinin Tanıtımı" (Marksizm-Leninizm Bayrağı Altında, Sayı 1, Kasım 1984, s. 7) yazısından parça.

Enternasyonal Marksist-Leninist Arşiv tarafından Türkçeleştirilmiştir. 

On the theory of the superpowers*

... The theory of the superpowers makes a qualitative distinction between the countries of the "first world" - the so-called superpowers, U.S. and Soviet Union imperialisms -and those of the "second world". The two superpowers lead the two imperialist blocs and hence are the only powers at the moment capable of leading a world war. This theory leads to underemphasizing the other imperialist powers, the so-called "second world" countries, like France, West Germany, Japan and Great Britain and lowers the vigilance of the peoples of the world against them. Since their defeat in World War II, these powers have long since embarked upon the path of independent development and have entered into rivalry with U.S. imperialism for spheres of influence ...

In conformity with the law of uneven development in capitalist countries, Stalin, already in 1952, in his "Economic Problems of Socialism..." warned against the upcoming revisionist tendencies to absolutize the role of one imperialist power, namely, at that time U.S. imperialism, and said in relation to the powers vanquished or weakened in the Second World War:

"To think that these countries will not try to get on their feet again,will not try to smash the U.S 'regime' and force their way to independent development, is to believe in miracles."
(Ibid., p.34, Peking Ed., 1976)

Further on,he said :

"But it follows from this that the inevitability of wars between capitalist countries remains in force." (Ibid., p.36)

*excerpt from the article "Introducing the Journal "Under the Banner of Marxism-Leninism"" (Under the Banner of Marxism-Leninism, No. 1, November 1984, p. 7)